Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında gerçekleşen 12 Eylül darbesi ile Türkiye Cumhuriyeti, silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü müdahalesini yaşamıştı.
Darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi.
517 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı süreçte, 50 kişi idam edildi.
14 bin kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığı bu dönemde, yaklaşık 100 bin kişi örgüt üyesi olma suçundan yargılandı, 30 bin kişi ise sakıncalı olduğu iddiasıyla işten çıkarıldı.
Hafızlara böyle kazınan 12 Eylül kanlı darbe sürecine bizzat şahitlik eden, dönemin önemli isimler yaşadıklarını anlattı.
“Nurettin Soyer’in kendisi bize işkence yaptırdı”
Dönemin şahitlerinden, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nda idamla yargılanan sanıklardan Hakverdi Satılmış, cezaevi sürecinde yaşadıklarından bahsetti. Çeşitli aletlerle türlü işkencelere maruz kaldığını ifade eden Satılmış, “Mamak Cezaevi içerisinde askeri garnizon içerisinde ülkücülere özel kurulmuş bir işkencehane, Ankara’da Alparslan Türkeş’ten sonra ilk yakalanan, gözaltına alınan kişiyiz. 36 gün işkence gördük. İki dolap arasında Filistin askısı denilen aletle asıldık. Alt tarafımız çıplak. Her tarafımızda elektrik telleri. Bize işkence yapan polis ekibiyle beraber savcı da var. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in babası Nurettin Soyer. Resmi elbiseyle bizim sorgumuza, bizzat işkenceye katılıp üzerimize atılmak istenen suçların kabul edilmesi noktasında kendisi işkence yaptırdı. İşkence raporu da alamadık. 36 gün annemi getirip işkence yaptılar. Okuması yazması olmayan bir kadını oraya getirdiler. Biz o zaman suçu kabul ettik” diye konuştu.
Kendilerine işkence eden kişileri ‘Amerikan askeri’ olarak tanımlayan Satılmış, dedi.
“Erkeklerin dışında kadınların orada işkencede bağırttırılması bizlere çok fazla dokunuyordu”
12 yılı geçkin bir cezaevi hayatı olduğunu, bu süreçte yaşadığı en acı anıyı anlatan Satılmış, “Ali Bülent Orkan benim C-5’te yan hücremdeydi. Elleri ve ayakları demir parmaklıklara kelepçelenmiş, çarmıha gerilmiş şekilde günlerce aç, susuz ve uykusuz bıraktılar Orkan’ı. Ali Bülent Orkan sadece ‘iblisler’ diye bağırıyordu. Biz 36 gün orada ülkücülerin işkence esansında feryatlarını dinledik. Annelerinin, kardeşlerinin, hanımlarının bağırışlarını dinledik özellikle de dinlettiriyorlardı. Erkeklerin dışında kadınların orada işkencede bağırttırılması bizlere çok fazla dokunuyordu. Namaz kılanı dövdüler, oruç tutmak yasak. Yemek getirdiler, içine fare ölüsünü atmışlar. Karavanalara avuçla taş atıyorlar. Yemeği bir insanın yiyemeyeceği şekle getiriyorlar. İnsanlık suçu işlediler. Bunlar yargılanamadı” ifadelerini kullandı.
Satılmış, Kenan Evren’in yargılanamamasının içinde bir yara olarak kaldığını söyledi.
“Orada insan haklarının var olduğunu söylemek mümkün değil”
12 Eylül 1980 darbesi döneminde askeri yargılamalarda sanık olarak yargılanan, 1980-1991 yılları arasında cezaevinde tutuklu bulunan avukat Osman Başer, tahliye olduktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi.
Şu anda serbest avukatlıkla uğraşan Başer, yaptığı açıklamada 12 Eylül 1980 süresinde hukuk, insan hakları olmadığını, savunma makamının susturulduğunu belirterek, “Biz o dönem sanık olarak yargılanıyorduk ve cezaevinde bulunuyorduk. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nda merhum Alparslan Türkeş ve arkadaşlarıyla birlikte 590 kişiye yakın sanıkla birlikte bir spor salonunda baraka, oturakları tahta, saat 08.00’de gelip saat 19.00’da koğuşlara götürülen, tamamen yargılama bile bir işkence, söz hakkı kısıtlı, konuşmak gülmek, insani ihtiyaçları gidermek tamamen izne tabi. Orada insan haklarının var olduğunu söylemek, savunmanın görevini layıkıyla yaptığını söylemek, masumiyet karinesinin bizim lehimize değerlendirildiğini söylemek, suçsuzluğun ispatlanana kadar kişilerin masum olduğunu kabul etmek mümkün değil” diye konuştu.
“Baskı, işkence ile insanlardan beyanlar alınarak suç kabul etmeye zorlanıldı”
“O dönemde yaşlısı genci, sağcısı solcusu, kadını kızı hepsi mevcut siyasi yapı lav edildikten sonra 5 kişilik generaller cuntası, Kenan Evren ve arkadaşları tarafından bize tamamen esir muamelesi yapılan insanlar topluluğu halinde bir yerlerde tutulduk” diyen Başer, şunları kaydetti:
“12 Eylül 1980 de sorgulamaların hazırlık aşamalarında baskı, dikte, telkin ve işkence ile insanlardan beyanlar alındı. Birtakım iddia edilen, isnat edilen suçlar kabule zorlandı. Hatta yazılı beyanlarla kabul ettirildi ve imza attırıldı. Bunların birçoğu insanların hukuki ve fiili imkansızlıklar dahilinde olduğu bir ortamda işlenen suçlar kabul ettirildi. Birçok arkadaşımız berat etti. Birçok arkadaşımız da yeterli deliller tartışılmadan, yeterli yargılama süreci yapılmadan, denge unsuru olsun diye bir sağdan bir soldan idam kararları verildi. Meclis’ten onayı alınmadan bu insanlar infaz edildi. Ailelerimizin karşısında bizler kötü muamele, hakaret, cebir şiddet görüyoruz. Cezaevinde koğuştan ziyaret yerine gidip gelene kadar insanlıktan çıkıyoruz. Ziyarete gitmek bir ölüm, işkence. Yemeklerin içine insanlık dışı birtakım şeyler katıyorlar. Bu yemekleri ister yiyin ister dökün. Önünüze öyle bir ekmek getiriyorlar ki hayvan çiftliklerine koyulan, ıslatılıp verilen ekmekler şeklinde yuvarlak ekmekler getiriliyor.”
“Kenan Evren’in yargılanması bir film senaryosu gibi oldu”
“12 Eylül 1980’de 15 Temmuz darbesi gibi şehitlik makamı bu darbe mağdurlarına ülkücü şehitlere de şehitlik makamı verilmeli” diyerek 12 Eylül mağdurları için hak talebinde bulunan Başer, aynı zamanda 12 Eylül darbe döneminden etkilenenlere maddi manevi destekte bulunulmasını dile getirdi.
Kenan Evren’in yargılanma sürecini aktaran Başer, “Tamamen bir film senaryosu gibi oldu. Kenan Evren 70 yaşında, diğer generaller ölmüş. Kenan Evren’i duruşma salonuna getirememişiz, soru soramamışız, taleplerimiz dinlenmemiş” dedi.
12 Eylül 1980 döneminde MHP Genel Başkanı olan Alparslan Türkeş’in avukatı Şevket Can Özbay, darbe sürecinde belli derneklere, partilere ve kuruluşlara üye olmuş veyahut oralarda oturmuş kim varsa listeler halinde suçuna bakılmadan hepsinin tutuklandığını belirtti.
“Birbirlerinin kulaklarını deliyorlardı, boyunlarına vurmaya çalışıyorlardı”
Öte yandan, her gün yaklaşık 30 kişinin tutuklandığını ve tutuklananların Mamak Askeri Cezaevi’ne götürüldüğünü hatırlatan Özbay, “Bütün bloklar mahkumlarla tıka basa doluydu. Orada sağcılar ve solcuları aynı koğuşlara alıyorlardı. Bunlar ne kadar tedbir almaya çalışırsa çalışsın, her gün iki grup arasında çok kanlı kavgalar oluyordu. Uzun süre bekliyorlardı. Mahkumlar, somya yataklardan söktükleri demirleri şiş yapıyorlardı. Birbirlerinin kulaklarını deliyorlardı, boyunlarına vurmaya çalışıyorlardı. Kan gövdeyi götürüyordu koğuşlarda. Koğuşun birisinden bir gürültü başladığı zaman aynı anda bütün koğuşlar ayaklanıyordu ve aynı anda sağcılar ve solcular birbirlerine giriyorlardı. Artık iki tarafında takati kalmayınca bu sefer asker girip, iki tarafı da dipçikliyordu” diye konuştu.
“Gardiyanlar, ağır yaralananların önce yarık yerlerine yumruk atıp ondan sonra yaralarını dikiyordu”
Özbay, şöyle devam etti:
“Gardiyanlar, ağır yaralananların önce yarık yerlerine yumruk atıp ondan sonra yaralarını dikiyordu. Acıma, insan hayatı, insan hayatının önemi dahil hiçbir şey yoktu. Kaçmaya teşebbüs eden, avluda söylenenleri yapmayan, emirlere itaat etmeyenlere de vur emri vardı ve vuruyorlardı. İşin şakası yoktu. Haksız, hukuksuz ve kanunsuz yere binlerce insan tutuklandı. Aileleri de mağdur edildi. Biz buna hukuk dilinde telafisi gayri kabili mümkün mağduriyet diyoruz. Onları telafi etmek hiçbir şekilde mümkün değil. Sonradan özür dilemeyle, maddi tazminat vermeyle haksız yere çekilen acıların telafisi mümkün değil.”
İHA’nın haberine göre yaşananlar ve daha fazlası demokrasi tarihinde kara bir leke olarak yer aldı.
12 Eylül 1980, Türk milletinin hafızasına bu şekilde kazındı.